Göz dokusununda hastalık oluşturan etkilerin başında dış etkiler gelmektedir. Sadece bakteri, virus, parazit gibi mikroorganizmalar değil, travmatik, fizik ve kimyasal etkiler de göz dokusunda hasar ve hastalık oluşturur. Çevrede bulunan alerjen ve toksik maddelerde zaman zaman hastalık oluşturabilir.

Elbette göze saldıran ya da olumsuz etkileyen bu faktörlere karşı doku kendini koruma eğilimindedir. Örneğin, göz kapakları reflektorik olarak dışarıdan gelebilecek etkilere karşı kapanarak, göz küresini korumaya çalışır. Kedi ve köpeklerde insanlardan farklı olarak üçüncü göz kapağı adı verilen özelleşmiş ve gelişmiş bir yapı da vardır. Bu doku gözkapağı aralığının alt kısmında ve buruna yakın alanda lokalize olmuştur. Her iki yüzü konjunktiva ile örtülü bir kıkırdak olan bu yapının iç yüzünde savunma hücrelerinin oluşturduğu minik hücre kümecikleri yer alır. Üçüncü gözkapağı sadece travmatik etkiler olduğunda değil, göz kırpma hareketi sırasında yani gün içerisinde binlerce kez korneanın yüzeyini tıpkı bir cam sileceği gibi temizler. Bu sayede göz yüzeyine yapışan mikroorganizmalar ve partiküller gözyaşı ile Bu sayede göz yüzeyine yapışan mikroorganizmalar ve partiküller gözyaşı ile yıkanıp, gözyaşı kanalları aracılığı ile burun boşluğundan dışarı akıtılmış, adeta süpürülmüş olur.

Gözümüze ufak bir kum tanesi kaçtığında ya da şiddetli rüzgara maruz kaldığımızda, gözümüz hemen yaşarır. Bu bizlerin zaman zaman yaşadığı bir durumdur ve aslında göz kendini korumaya çalışmaktadır. Gözyaşı bezlerimiz böyle bir etkinin ardından süratle bol miktarda sıvı salgılayarak, adeta bu dış etkiden kurtulmaya çalışmaktadır. Aynı durum evcil hayvanlar için de geçerlidir.

Göz yüzeyine patojen mikroorganizmalar bulaştığında yani göz dokusu saldırıya maruz kaldığında hem konjunktivada yer alan hem de üçüncü gözkapağının iç yüzünde bulunan savunma hücreleri tepki verir. Adeta bu saldırıya karşı kaleyi koruyan askerler gibi davranır. Hemen mevcut hücre ve antikor stokları devreye girdiği gibi bölgede bulunan, damarlar genişleyerek, çeperindeki minik kanallar büyür ve kan içerisindeki savunma hücreleri ve antikorlar da takviyeye gelir. Bu durumu bizler gözde kızarıklık olarak algılarız, ancak aslında mikro dünyada büyük bir direniş vardır. Korneada bir sorun olduğunda normalde damarsız olan saydam dokuya çevre bölgelerden damar filizlerinin girmesi de bu yüzdendir.

Aslında biz hayvan severlere düşen bu durumları algılamak ve dikkatli olmaktır. Yani eğer kuyruklu dostlarınızda, gözkapakları kapalı ya da kısık gözleniyorsa, gözyaşı akıntısı fazla ise ya da gözlerden bir ya da ikisinde her zamankinden fazla bir kızarıklık varsa, orada bir sorun var demektir. Bu durumda hastayı kendi haline bırakmak göz dokusu için tehlikelidir. Hasta sahibine düşen bu durumda bir hekime başvurmaktır. Bu sayede neyin hastalığa sebep olduğu bulunmalı gerekli tedbirler ve tedavi yöntemleri uygulanarak göz dokusu korunmalıdır. Aksi takdirde, gözün kendini savunma gayreti etkinin şiddetine göre yetersiz kalabilmekte ve gözde kalıcı hasarlar gelişebilmektedir.

Bu anlattıklarımız göz yüzeyinde gelişen temel ve en sade savunma mekanizmalarıdır. Göz küresi içerisinde de benzer mekanizmalar bulunmaktadır. Örneğin gözün içerisinde ön kısımda bulunan sıvı, gün içerisinde sürekli salgılanır ve drenaj mekanizmaları ile sürekli, sistemik kan dolaşıma karıştırılır. Yani aslında akan bir çeşme gibi sürekli dinamik bir durum söz konusudur. Bu sayede özelleşmiş dokular göz içerisindeki bu sıvıya hem hücrelerin ihtiyacı olduğu temel maddeleri karıştırır, hem de artık doku, toksin ve ölü hücre kadavralarını uzaklaştırır. İşte bu yüzdendir ki drenaj kanallarının tıkanmasıyla göz içerisinde sıvı miktarı artar ve glaukom adı verilen göz tansiyonu oluşur. Bu hastalık çok önemlidir ve görüş için ciddi bir tehdittir. Aynı zamanda ağrılı bir hastalıktır. Bizim hastalarımız ağrıyı ifade edemese de beden dilleri aslında bazı belirtiler vermektedir. İştahın azalması, keyifsiz duruş, her zamanki oyun ve karşılamalardaki enerji düşüklüğü, koltuk altlarında ve tenha köşelerde yer alma, baş ve göz bölgesini, yere, halılara ya da eşyalara sürtme, ağrılı bir göz hastalığının belirtisi olabilir.

Diyelim ki herhangi bir etki ile göz delindi. Elbette bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak göz içerisindeki sıvının bir kısmı, dışarı akacaktır. Ancak bu sıvı içerisinde bir tül gibi yer alan iris dokusunun ince kenarları, sıvıyla birlikte deliğe doğru yönelir ve kimi durumlarda deliği tıkar. Hatta bazen iris dokusu delikten dışarı doğru taşar. Böyle bir hastada henüz yapılabilecek bir çok operatif teknikle görüş korunabilir. Yani delinmiş bir göz… gözden çıkarılmamalıdır. Vakit kaybetmeksizin yapılacak operatif girişimlerle iyi sonuç alınabilir. Buradan da anlaşılacağı üzere göz kendini korumaya çalışmaktadır.

Gözküresinin orta tabakasını oluşturan iris, siliyer yapı ve koroidea damardan zengin dokulardır. İçerisi çok ince damarlarla örülmüştür. Kan dolaşımına girmiş herhangi bir mikroorganizma, alerjen, ya da tümör hücresi, irisdeki bu ince damar ağında takılıp kalabilir. Bu durumunda iris bir süzgeç gibi görev görmektedir. Elbette bu yabancı maddeler karşı yine iris dokusunun içerisinde yer alan savunma hücreleri devreye girer, damarlar da genişleyerek daha fazla savunma hücresini bölegeye taşır ve mücadele başlar, göz içerinde bulanıklık, kırmızılık, gözbebeğinin küçülmesi, hastanın ışığa duyarlı olması ve gözünü kısması gibi belirtiler hasta sahiplerine ipucu vermektedir. Peki göz tek başına bu badireyi atlatabilir mi ? büyük ihtimalle hayır… en kısa zamanda profesyonel girişimler ve tedavi yöntemleri ile bu reaksiyon desteklenmeli ve komplikasyon olmadan doku iyileştirilmelidir.

Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere göz dokusu dış etkiler ve hastalık yapıcı faktörlere karşı kendini savunmaya çalışmaktadır. Bu esnada gelişen bazı değişimler aslında birer belirtidir. Hasta sahiplerine düşen bu değişimlerin farkında olmak ve dostlarının görüşünü korumak için profesyonel yardım almaktır.